SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU SIFATU’S-SALAT

<< 440 >>

باب: وضع الأكف على الركب في الركوع.

118. Rükuda Avuçların Dizlere Konması

 

-وقال أبو حميد في أصحابه: أمكن النبي صلى الله عليه وسلم يديه من ركبتيه.

Ebu Humeyd cemaatine şöyle demiştir: "Resulullah elleriyle dizlerini iyice kavrardı."

 

حدثنا أبو الوليد قال: حدثنا شعبة، عن أبي يعفور قال: سمعت مصعب بن سعد يقول:

 صليت بجانب أبي، فطبقت بين كفي، ثم وضعتها بين فخذي، فنهاني أبي وقال: كنا نفعله فنهيناعنه، وأمرنا أن نضع أيدينا على الركب.

 

[-790-] Mus'ab İbn Sa'd şöyle demiştir: "Bir gün babamın (Sa'd İbn Ebu Vakkâs) yanında namaza durmuştum. Namazda ellerimin ayalarını birbirine yapıştırıp bacaklarımın arasına koydum. Babam bana bir daha böyle yapmamamı söyleyip şöyle dedi: "Biz de bir zamanlar böyle yapardık. Fakat bunu yapmak (ResuIullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından) bize yasaklandı; bize ellerimizi dizlerimizin üzerine koymamız emredildi."

 

 

AÇIKLAMA:     Rükuda ellerin dizlere konması; sağ elin sağ dize, sol elin de sol dize kon­ması anlamındadır.

 

Sa'd İbn Ebu Vakkâs'ın bu sözüne dayanarak şunlar söylenmiştir: "Burada anlatılan ellerin ayalarını birbirine yapıştırıp bacakların arasına alma uygulaması önceden var olan fakat Resulullah tarafından neshedilen bir hükümdür. Zira burada yasaklayan da emreden de Resulullah'tır. 

 

Tirmizî şöyle demiştir: "Âlimlere göre ellerin ayalarını birbirine yapıştırıp ba­cakların arasına alma uygulaması neshedilmiştir; bu konuda âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. (Sadece Abdullah İbn Mes'ud ile onun tâbilerinin bu uy­gulamaya devam ettikleri nakledilmiştir.)

 

Metinde vacip / icap eder/farzdır anlamında kullanılmış olup, Hanefî literatüründe var olan "vacip" kavramı, diğer âlimlerin literatüründe farz anlamında olduğu için burada "gereklidir" şeklinde tercüme edildi.

 

İbnü'l-Münzir bu konuyla ilgili olarak sağlam (kavî) bir senedle İbn Ömer'in ellerinin ayalarını birbirine yapıştırılıp bacakların arasına alınmasını kasdederek şöyle dediğini nakletmiştir: "Resulullah bunu bir defa yapmıştı."

 

İbn Hüzeyme yine bu konuyla ilgili olarak Alkame yoluyla Abdullah'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Resulullah bize öğretmişti; O rüku yapacağı zaman ellerinin ayalarının birbirine kenetler ve bacaklarının arasına koyarak rüku ederdi. Sa'd İbn Ebu Vakkâs onun böyle dediğini duyunca; 'Kardeşim doğ­ru söylemiş, biz önceden böyle yapardık, fakat daha sonra ellerimizle dizlerimizi İyice kavramamız bize emredildi' demiştir."

 

Abdürrezzâk'ın Hz. Ömer ile İlgili olarak Alkame ve Esved'den naklettiği bir rivayet Sa'dın söyledikleriyle örtüşmektedir. Bu rivayete göre Alkame ve Esved şöyle demişlerdir: "Biz Abdullah'ın arkasında namaz kıldık ve ellerimizin ayalarını birbirine kenetleyip bacaklarımızın arasına alarak rüku ettik. Daha sonra Hz. Ömer ile karşılaştık ve onun arkasında da aynı şekilde namaz kıldık. Hz. Ömer namaz bitince şöyle dedi: Bu, bizim daha önce yaptığımız bir uygulamaydı ama sonra terk edildi." Tirmizî'nin Ebu Abdurrahman es-Sülemi yoluyla naklettiği rivayet ise şöyledir: "Hz. Ömer bize şöyle dedi; Size dizler sünnet kılındı, dizleri­nizi tutun!" Beyhakî bu rivayeti şu lafızla nakletmiştir: "Biz rüku ettiğimiz zaman ellerimizi bacaklarımızın arasına alırdık. Bunun üzerine Hz. Ömer bize şöyle demişti: Dizlerin ellerle kavranması sünnettendir." Bu rivayet merfu hükmünde­dir. Çünkü bir sahâbî: "Sünnet böyledir, bu sünnet kılınmıştır" demişse bunun öncelikli olarak Resulullah (s.a.v.)'in sünneti olduğu anlaşılır. Özellikle de Hz. Ömer gibi önde gelen sahâbîlerin bu tür sözlerinin Resulullah (s.a.v.)'in sünnetine işaret ettiği bilinmelidir.

 

İbn Hüzeyme Sa'd'ın "bunu yapmak (Resulullah tarafın­dan) bize yasaklandı" şeklindeki sözüne dayanarak ellerin ayalarının birbirlerine kenetlenip bacakların arasına alınmasının caiz olmadığını söylemiştir.

 

باب: إذا لم يتم الركوع.

119. Rükunun Tam Olarak Yapılmaması

 

حدثنا حفص بن عمر فقال: حدثنا شعبة، عن سليمان قال: سمعت زيد بن وهب قال: رأى حذيفة رجلا لا يتم الركوع ولا السجود، قال: ما صليت، ولو مت مت على غير الفطرة التي فطر الله محمد صلى الله عليه وسلم.

 

[-791-] Zeyd İbn Vehb şöyle demiştir: "Bir gün Huzeyfe rüku ve secdeleri âzâları tam olarak sükun bulacak şekilde yapmayan birisini gördü ve ona şöyle dedi: Sen namaz kılmadın! Eğer bu şekilde ölecek olursan Cenâb-ı Hakk'ın Muhammedi yaratmış olduğu fıtrat dışında bir ölümle ölürsün."

 

 

AÇIKLAMA:     "Rüku ve secdeleri azaları tam olarak sükun bulacak şekilde yapmayan biri­sini gördü" ifadesi Abdürrezzâk'ın naklettiği rivayette şöyle geçmektedir: "Kuşun yeri gagalaması gibi acele eden ve rükuu azaları tam olarak sükun bulacak şe­kilde yapmayan birisini gördü."

 

 

Huzeyfe'nin "Cenâb-ı Hakk'ın Muhammedi yaratmış ol­duğu fıtrat" ifadesine dayanılarak bu rivayetten şu sonuçlar çıkarılmıştır:

 

1.  Rüku ve secdeleri âzâlar tam olarak sükun bulacak şekilde yapmak va­ciptir.

2. Rüku ve secdelerin bu şekilde yapılmaması namazı bozar.

3. Namazı terk eden kişi kâfir olur. Çünkü Huzeyfe'nin sözünün zahirî anlamına göre namazın rükünlerinden birini İhlal eden kimseden İslâm vasfı kaldı­rılmıştır. Dolayısıyla namazı tümden terk eden bir kimseden bu vasfın kaldırıl­ması daha uygundur. Bu hüküm rivayette geçen fıtrat kavramının, din şeklinde yorumlanmasına dayanır. Haddizatında İmam Müslim'in rivayet ettiği gibi na­mazı terk eden kimselerin herhangi bir kayıt getirilmeden mutlak olarak kâfir olacaklarını ifade eden hadisler bulunmaktadır. (Bu hadisleri bazı âlimler ger­çek anlamında almışlar ve namazı terk edenlerin kâfir olacaklarını söylemişlerdir.

 

Fakat bazı âlimlere göre burada namaz kılmayanların çok şiddetli bir şekilde azarlanması ve kınanması söz konusudur. Hattâbî şöyle demiştir: "Fıtrat, ve din anlamına gelir. Fakat bu rivayette tıpkı "Beş şey fıtrattandır  sünnetlerdir" hadisinde olduğu gibi fıtrat kavramı sünnet anlamında kullanılmış olabilir." Buna göre Huzeyfe'nin amacı karşılaştığı bu şahsın ileride böyle davranmamasını sağ­lamaktır ve bu yüzden şiddetli bir ifade kullanmıştır. Başka bir rivayette geçen "Muhammed'in sünneti" ifadesi de bu görüşün tercih edilmesini sağlar.)

 

Bu hadis şöyledir: "Kişi ile küfür ve şirk arasındaki çizgiyi belirleyen namazdır; namazın terki bu çizgiyi aşmak demektir." Bu anlamda daha pek çok hadis bulunmaktadır. Hadiste geçen küfür kelimesini gerçek anlamında almak doğru olan görüştür. Buna göre namazı terk eden bir kimse islâm dairesinden çıkar. Abdullah İbn Şakîk el-Ukayli sahâbîlerin tamamının bu görüşte oldu­ğunu nakletmiştir. Kur'an'da ve sünnette bu görüşün doğruluğunu kanıtlayacak bir çok delil bulunmaktadır. (İbn Bâz)

 

Hadisin orijinal ifadesi şöyledir: Hadisin motomot tercümesi: "Kişi ile küfür ve şirk arasında namazın terk edilmesi vardır" şeklindedir. Fakat bu ifade hadisin anlamını tam olarak yansıtmamaktadır. Bu yüzden tercümeyi yukarıdaki gibi yap­tık. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah (c.c) bilir. (Mütercim)